4Yirminci yüzyılın ortalarında başlayan, fakat özellikle son çeyreğinde yoğunlaşan ve hâlâ devam eden paradigmatik değişmeler, eğitim sistemini değişmeye zorlamakta ve zorlamaya da devam edecek gözükmektedir. Eğitimin amacına, öğrenmenin doğasına, bilimsel bilginin değerine, okulların yapı ve işleyişine ilişkin bu değişimlerin eğitimciler tarafından anlamlandırılarak eğitimin çağdaş bir yorumunun yapılması gerekmektedir. Çünkü Bilgi Toplumu’nda egemen olan “üretim paradigması” bilgi tabanını değiştirdiği gibi eğitimli insanın tanımını ve öğrenme-öğretmeye ilişkin anlayışları da etkilemiştir.

Toplumsal yapıdaki değişimler, yeni paradigmalar, her alanla birlikte bilim ve teknolojideki gelişmeler, eğitim sisteminde yeni ihtiyaçların ve arayışların oluşmasına yol açan durumlardır. Bu dönüşümün ortaya konup tartışılması gerekmektedir. Yeni paradigmalar, gelişimler, yapı ve işleyişler eğitim sisteminde topyekûn bir değişimi, yani dönüşümü zorunlu kılmaktadır.

Sık sık eğitim sisteminin “tıkandığı”, “iflas ettiği” ve “mutlaka değiştirilmesi gerektiği” her kesimden yetkin kişiler tarafından dile getirilir. Göreve gelen bakanlar, sistemin ihtiyaçlara karşılık veremediğini, köklü değişikliklerin yapılması gerektiğini ifade etmektedirler. İş dünyası, ihtiyaç duydukları insan gücünü okulların yetiştiremeyişinden şikayet etmektedir. Akademidekilerin eğitim sisteminin de ellerini kollarını bağladıklarını sürekli söyler dururlar.

Ancak, bütün eleştirilere rağmen, okulların verimliliği ve etkililiği konusunun kamuoyunda yeterince tartışıldığını söylemek mümkün değildir. Medya, sadece sansasyonel bir konu olduğunda okulların bahçesine girmektedir. Ülkenin geleceğini belirleyecek olan çocuklarımızın, gençlerimizin aldığı eğitimin kalitesi, okutulan kitapların içeriği gibi konular kamuoyunda, hak ettiği biçimde tartışılmamaktadır. Eğitim konuları gündeme geldiğinde de, kendi zeminlerinde çoğunlukla tartışılmamakta, siyasi veya ticari çıkarlara alet edilebilmektedir. Bu nedenle, gerçekçi ve çağa uygun eğitim politikaları belirlenmesi için, karar alıcılar üzerinde ciddi ve sürekli bir kamuoyu baskısı oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Kamuoyunun eğitim ile yakından ve ciddi bir şekilde ilgilenmiyor olmasının temelinde, toplum olarak uzun vadeli düşünmeyişimiz yatmaktadır.

Değişimin türü ve yönü hakkındaki tartışmalar bir yandan devam ederken, bir yandan da okulların geleceğine bir yön vermemiz gerekmektedir. Bu amaç için Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesindeki Eğitim Araştırmalar ve Yenilik Merkezi (CERI) 1990’dan bugüne çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalardan en kapsamlısı, “Gelecek için Okullaşma” projesi farklı ülkelerde, farklı durumlardaki insanların eğitim için alternatif gelecekler düşünmesine yardımcı olacak çerçeve programlar ve araçlar geliştirmiştir.

Eğitim, Sanayi, Teknoloji ve Kalkınma

Günümüzde teknolojide yaşanan hızlı değişimler ile bilgisayarlar, internet, ağ sistemleri ve sınıflardaki akıllı tahtaları gösterip günümüz sınıflarının 20. yüzyıldakilerden oldukça farklı olduğunu söyleyebiliriz.

Tüm bu teknolojik araçların kullanımı değişim olarak ele alınabilir ama bunun yanında değişimin yüzeysel olduğunu da söyleyebiliriz. Bunun sebebi de kurumsal anlamda sınıf ve okul yapısının altında yatan sebep ve sonuç ilişkisinin değişmemiş olmasıdır. Diğer bir deyişle okulun dışında kalan kurumlar bilgi çağına geçmişken okullar sanayi devriminden bugüne bir evrim geçirmemiş ve yüz yıldan uzun zamandır aynı kalmıştır.

Diğer yandan dünya modernden post-moderne, endüstriyelden post- endüstriyele, kırdan kente ve yerelden global değerlere doğru bir değişim içindedir.  Artık meta-modern tartışmalar yapılıyor. Post-modern tartışmalar biraz geride kaldı.

Tüm bunlar doğal olarak eğitimde de bir paradigma değişikliğini zorunlu kılmakta ve 20. yüzyılın eğitimini eleştiriye tutmaktadır. Bir yandan politikacılar “öğrenci merkezli” uygulamalar hakkında tartışa dursunlar, gerçekten öğrenci merkezli bir eğitim uygulamak bugünkünden tamamen farklı bir davranış, düşünüş ve hareket gerektirir.

Öğrenci merkezli bir eğitimi hayata geçirmek; öğrenciler arasındaki farklılığın çok daha belirgin bir şekilde yansıtılabileceği bir sistem kurgulamak anlamına gelmektedir.

Genel olarak kalkınma, hem ekonomik hem de toplumsal bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda eğitimin ülkelerin kalkınmışlık ölçütlerinin yüksek seviyelerde olmasına katkısı oldukça büyük olmaktadır.

Çok sayıda genç insanın, kalkınan bir ekonomi ve cari anayasa hedeflerine uygun olarak yetiştirilmesi; eğitimin, toplumsal, kültürel ve psikolojik etkilerinin yanı sıra ekonomik etkisinin olduğunu gösterir. Ülkedeki ekonomik duruma yansıyan bu etkiler de ülkelerin azgelişmiş ya da gelişmiş olarak sınıflandırmasına neden olmaktadır.

Ülke kalkınmasına doğrudan katkıda bulunan ve teknolojik yeniliklerin vazgeçilmez bir unsuru olan sanayi sektörü için; mesleki ve teknik eğitimle beşeri sermaye/nitelikli işgücü hayati bir önem taşımaktadır. Bilgiyi üretme, kullanma ve yayma becerisi olarak tanımlanabilecek teknoloji sektörü de; sanayi üretimi, uluslararası piyasalardaki rekabet gücü, refah ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin en kritik unsuru hâline gelmektedir.

Sermaye ve ticaretin küreselleşmesi ile birlikte, kalite ve maliyet açısından küresel ölçekte rekabet gücüne sahip olabilmek için, ürün ve üretim süreçlerinin ileri teknolojiye ve rekabete uyumlu, eğitimi güçlü, nitelikli işgücüne dayanması gerekmektedir.

Teknoloji ve kaliteli üretimin belirleyici unsur hâline geldiği, uluslararası rekabet gücü ve sürdürülebilir kalkınmanın temeli olan sanayi sektöründe; uzun vadeli gelişme perspektifleri yeniden şekillenmekte, yüksek teknoloji yeteneği ve modern üretim yapısına sahip sanayiler hızla büyümekte, teknolojik yeteneğin yükselmesi ile düşük teknoloji sanayilerinde de üretkenlik artmaktadır.

Sanayi ve teknoloji sektöründe yaşanan hızlı değişim ve yeniliklerle ekonomik potansiyelin artması, üretken ve gelişme hızı yüksek sektörlere doğru yaşanan dönüşüm; bilgiyi kullanan, yorumlayan ve yeni teknolojiler üretebilen yetişmiş insan gücü ihtiyacını da beraberinde getirmektedir.

Öyleyse, dünyanın sanayi ve teknolojik gidişatının peşine takılmış eğitim modeli yanında bu gidişatı değiştirmeye yönelik eğitim modeli neden hiç zikredilmiyor? Türk eğitim modeli nedir? Sanayi ve teknolojide köle insan modeli yetiştirmek midir? Türk vizyonu yok mudur? Olmamalı mıdır?

Türkiye ekonomisinde iki binlerin başından itibaren yaşanan yüksek tempolu büyüme sürecinin sağlıklı ve sürdürülebilir olması, küresel rekabet gücünün yükseltilmesi, sanayi sektörünün teknoloji-yoğun bir sektöre dönüştürülmesi için; sanayi ve ileri teknoloji sektöründe ihtiyaç duyulan nitelikli insan kaynağı yetiştirilmesi, insan gücünün verimli ve etkin bir şekilde kullanılması büyük önem taşımakta, yeni piyasa koşulları ve üretimden beklenen yüksek kalite, mesleki yeteneklerin geliştirilmesini gerektirmektedir.

2023-2053 Türkiye Sanayi ve Teknoloji Sektörü Vizyonu; orta ve yüksek teknoloji ürünlerinde Avrasya’nın üretim üssü olmak için sanayi sektöründeki rekabet gücü ve verimlilik artırılarak, dünya ihracatından daha fazla pay alan, yüksek katma değerli ve ileri teknolojiye sahip ürünler üretebilen, nitelikli işgücüne dayanan, uluslararası markalara sahip olan, çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısı oluşturmaktır.

Bu vizyona yönelik hedefler; orta ve yüksek teknolojiye sahip sektörlerin üretim ve ihracat içindeki payının artırılması, düşük teknolojiye sahip sektörlerde, katma değeri yüksek ürünlere geçişin sağlanması, eğitimin bu hedeflere öncelikle cevap verecek ardından bölgesinde ve dünyada lider bir ülke olacak şekilde yeniden organize edilmesidir.

2023-2053 hedeflerine ulaşılabilmesi için; istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması, küresel pazarlarda rekabetçi ve dizayn edici bir ekonomiye sahip olunması, işsizliğin azaltılması, yenilikçi ve katma değeri yüksek mal ve hizmetlerin geliştirebilmesi, refah düzeyinin yükseltilmesi ve yaygınlaştırılması için uzun vadeli bir kalkınma stratejisi ile kapsamlı, yenilikçi sanayi ve teknoloji politikalarına ihtiyaç duyulmaktadır.

2023-2053 hedefi olan; sürdürülebilir kalkınma, refah ve istikrarın, yüksek teknoloji alanındaki yatırımlara ve geliştirilen yeni ürünlere bağlı olduğu gerçeğinden hareketle; yüksek büyüme potansiyeli taşıyan teknoloji firmalarının kurulması ve mevcut firmaların büyümesinin sağlanması, ileri teknoloji yatırımlarının desteklenmesi, ar-ge’nin teşvik edilmesi ve dinamik ihracata yönlendirilmesi, ihracatın teşvik edilmesi, bilimsel araştırma kurumları ile sanayi kuruluşları arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi, yüksek nitelikli iş gücünün yetiştirilmesi ve istihdamın artırılması gerekmektedir.

Eğitim, Sanayi ve Teknoloji Enstitüsü; sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde, eğitim, sanayi ve teknoloji politikaları konusunda siyasi bir tartışma başlatmayı ve ulusal düzeyde gerekli tüm çerçeveler hususunda proaktif etkileşim/öneriler geliştirmeyi hedeflemektedir.

Türkiye’nin 2053 hedefi, orta teknoloji ürün gamından yüksek teknoloji ürün gamına geçmektir.

Bu bağlamda Eğitim, Sanayi ve Teknoloji Enstitüsü, insan kaynağı (eğitim) sanayi ve yüksek teknoloji arasında ilişki kurarak bütüncül bir perspektif çizmeye ve Türkiye’nin bu alandaki temel politikalarını etkilemeye çalışacaktır.